Londra Raporları

INTERNATIONAL BAR ASSOCIATION (IBA) (ULUSLARARASI BAROLAR BİRLİĞİ) 1-2 MART 2001, DÜNYA KADIN AVUKATLAR KONFERANSI HAKKINDA RAPOR

Av. Samiye EYUBOĞLU Av. Emine ERGÜL
Av. Burçe DÜNDAR ARI

GİRİŞ:

Ankara Barosu’nun kurumsal üyesi bulunduğu International Bar Association (IBA) ‘nın ilk kez düzenlemiş olduğu Dünya Kadın Avukatlar Konferansı’nı izlemek üzere bizler, Ankara Barosu yönetim kurulu üyeleri, Av. Samiye Eyüboğlu, Av. Emine Ergül ve Ankara Barosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcısı Av. Burçe Dündar Arı görevlendirildik. Ankara Barosu Başkanlığı’na, bizleri bu göreve uygun görerek baromuza kayıtlı meslektaşlarımıza faydalı olma fırsatı tanındığı için teşekkürlerimizi sunarız.

IBA HAKKINDA:

Öncelikle IBA hakkında genel bir açıklama yaparak bu kuruluşun amacı ve faaliyetleri konusunda bilgi vermek isteriz. 1947’de kurulmuş olan IBA, dünyanın en büyük uluslararası barolar, hukuk kurumları ve bireysel avukatlar organizasyonudur. 183 ülkede 16.000’den fazla bireysel avukat üyesi ve 2.5 milyondan fazla avukatı temsil eden 178 baro ve hukuk kurumu üyesi bulunmaktadır.

IBA’nın amacı, avukatların bağlantı kurabilip, birbirleriyle fikir alıverişinde bulunmalarını sağlayacak bir forum oluşturmaktır. Bireysel avukatların ihtiyaçlarına cevap vermek için, IBA bünyesinde 57 ayrı hukuki alanda uzman komite bulunmaktadır. Aynı zamanda, Asya Pasifik gibi bölgelere veya Sermaye Piyasaları gibi belirli başlıklara odaklanmış çeşitli forumlar ve çalışma grupları bulunmaktadır. Her bir komite, ticari iş hukuku (business law), hukuk mesleği (legal practice) ve enerji ve doğal kaynaklar hukuku (energy and natural resources law) başlıklarında olmak üzere üç bölüme ayrılarak organize edilmişlerdir.

IBA’nın temel amaç ve hedefleri; dünya çapındaki hukuk kuruluşları arasında bilgi alışverişini sağlamak, yargının bağımsızlığını ve müdahale olmaksızın avukatların mesleklerini icra etmeleri hakkını desteklemek, dünya çapındaki avukatların insan haklarını kendi bünyesindeki İnsan Hakları Enstitüsü kanalıyla desteklemektir.

IBA DÜNYA KADIN AVUKATLAR KONFERANSI HAKKINDA:

Konferansın amacı, kadın hukukçuların hukuk mesleğini icra ederken karşılaştıkları farklı konuların keşfedilmesi ve öğrenilmesidir. 1000’den fazla hukukçunun katıldığı konferansta Türkiye’den 9 avukat katılmıştır.
Aşağıda iki gün süren konferans programında katıldığımız oturumları tarih ve oturum saati sıralamasına göre değerlendirerek bilgilerinize sunuyoruz:

1. GÜN
1 MART 2001, Perşembe

“İnsan Hakkı olarak Kadın Hakları” başlıklı oturum, IBA başkanı Dianna Kempe’in hoşgeldin konuşmasıyla başladı. Ardından söz alan İngiltere ve Galler Baroları Birliği Başkanı Michael Napier, açış konuşmasını yaptı. Bu panel; tartışmada, kadın haklarının desteklenmesinde bir fark yaratabilmek için mesleki kariyerlerinde, yapmış oldukları işleri ile kamu hizmetini başarıyla birleştirebilen kadınlar konuşmacı ve tartışmacı olarak yer aldılar.

Konuşmacılar, ülkelerinde zorlu mücadelelerle geldikleri konumlarını anlattılar ve bu süreçte yaşananları açıklayıcı örnekler verdiler.
İlk konuşmacı, Güney Afrika Yüksek Komisyonu üyesi Cheryl Ann Carlous, Güney Afrika’da beyaz ırktan olmayanların geçmişte ve bugün karşılaştıkları sorunlardan söz ederek başladığı konuşmasında, beyaz ırktan olmayanların 1994 yılına kadar doğum kayıtlarında “beyaz değil” kaydı düşüldüğüne ve yine bu tarihe kadar oy haklarının dahi bulunmadığına dikkat çekerek, ülkesinde, 27 Nisan 1994 tarihinde özgürlüğe giden yolculuğun başladığını ifade etti. 1990 yılında hapisten çıkan Nelson Mandela ile beraber ülkesinde bir kurtuluş hareketi ve kadın hareketi yaşandığını belirterek, bizleri bu süreç hakkında kısaca bilgilendirdi. Mandela’nın her görüşten destekçileri bulunduğunu ve delegasyonunda iki kadına yer verdiğini ve bu kadınlardan birinin de kendisinin olduğuna işaret ederek, böylelikle beyaz olmayan bir kadın olarak ilk defa parlamentoda konuşma hakkını elde ettiklerini belirtti.

Hong Kong Adalet Sözcüsü Elsie Leung, ülkesinde geçmişte evli kadının sınırlı haklara sahip olduğunu, ekonomik olarak kocaya bağımlı olduklarını ve hayatlarında mutlaka bir kez evlenmek durumunda olduklarını söyledi. 1950 yılından itibaren kadın için eşit haklar getirilmesi sürecinin 20 yılı aldığını bu süreç içerisinde 1961 yılında bir kanun formatı oluşturulduğunu belirtti. 1991 yılına kadar Birleşik Krallık tarafından getirilen hükümler uygulanmış olduğunu, 8 Haziran 1991 yılında cins ayrımını yasaklayan uluslararası hukuk normlarının yerel mahkemelerde uygulanacağını kabul ettiklerini söyleyerek Nisan 1997’de temel kanunu olan anayasalarında cins ayrımına karşı hükümlerin düzenlendiğini belirtti. Son gelişme olarak, Hong Kong ile ilgili BM Başlangıç raporunda, ayrımcılığın kaldırılması konusunda kanunların uygulamasının tatmin edici olduğunun düzenlenmiş olduğunu bildirerek konuşmasını tamamladı.

İskoçyalı milletvekili Dr. Lynda Clark, konuşmasında kendi mesleki kariyerini örnekleyerek ülkesindeki durumu işaret etti. Mesleğe atıldığı ilk yıllarda İskoçya Barosu’na katılmanın kendisi için kariyer yapmak için elverişli bir yer olmadığını bu sebeple kamu hizmeti yapan baskı gruplarında deneyim sahibi olduğunu belirtti. Ancak 7 yıllık hukuk eğitimi olduğunu düşününce avukat olarak çalışmak için girişimlerde bulunmuş. İlk önce iş hayatında kadınların muhafazakar giyinmeleri gerektiği kuralı ile karşılaştığında bunun bir cinsiyet ayrımı olduğunu düşünmüş. Clark, İskoçya Barosu’na kayıt için başvuran 14. Kadın avukat olduğunu, 1989 yılında baroya kaydolan ilk kadın avukat olduğunu ve kendisinin baroya katıldığı tarihte avukatlık yapan kadının bulunmadığını belirtti. İskoçya’dan seçilmiş olan ilk kadın milletvekili olduğunu belirten Dr. Lynda Clark, Birleşik Krallık parlamentosunda, 1997 yılı itibariyle % 10’dan daha az oranda kadın milletvekili olduğunu, şu an ise parlamentonun %20 sinin kadın milletvekili olduğunu, ayrıca Kadın Bakanlığı kurulduğunu ve bu bakanlık bünyesinde kadın ihtiyaçları ile ilgilenen alt komiteleri oluşturulduğunu belirtti.

Nepal Hukuk Kurumu’ndan katılacak olan Puspa Gautam Bhusal toplantıya katılamadı.

Panelistlerin sunumlarından sonra dinleyiciler tarafından çeşitli sorular yöneltilip tartışıldı.

Öğleden sonraki çeşitli başlıklar altındaki oturumlardan “Küresel Ekonomi ve Küresel Yargılama” konulu konferansa katıldık.

Konferansın birinci bölümünde küresel ekonomi konuları mercek altına alındı. Bu oturum, ulusal ve uluslararası kanun koyucuların hukuku değiştirip internet üzerine doğru yönelmesini sağlama çabalarını inceledi.

Bildiğimiz gibi, elektronik ticaret, fikri mülkiyet hakları ile korunabilen yeni çalışma yöntemleri geliştirme fırsatları sunmaktadır. Bu fikri mülkiyet hakları, pazardan rakipleri dışlamak için kullanılabilmektedir. Internet üzerinde küresel ticaret, aynı zamanda karışıklık, haksız rekabet, cybersquatting (siber ortamda başkasının alanına izinsiz olarak yerleşme) ve fikri mülkiyet haklarını ihlali bakımından yeni riskler doğurmaktadır. “İlk gelene ilk önce hizmet verilir” domain name (internet üzerindeki sayfa ismi) sistemi şu anki varolan marka hukukuna meydan okumaktadır. Internet emsalsiz bir pazarlama aracı yaratmaktadır. Ne var ki, bu durum data korunması gibi gizlilik haklarını ihlal edebilmektedir.

Elektronik sözleşmeler sözleşme şekillerine, tüketicinin korunmasına ve gizliliğe ilişkin yeni kurallara gereksinim duymaktadır. İşlemlerin güvenlik içinde yapılması ihtiyacı, soğuk savaş ihraç sınırlamalarının rahatlatılmasına ve yeni endüstrilerin meydana çıkmasına önderlik etmiştir. İşte bu oturum, kanun koyucuların ve avukatların bu elektronik belirsizliklerden kaynaklanan mücadelelerini konu almıştır:

Hong Kong’tan konuşmacı olarak katılan Avukat Vivien Chan, Hong Kong’da, Çin Halk Cumhuriyeti’nde ve Singapur’da hukukun küresel elektronik ekonomiyi nasıl düzenlediğini açıkladı. Buna göre; şu anda dijital imza, data koruması ve cybersquatting gibi temel elektronik ticaret ile ilgili kurallar sadece belirli bir yargılama alanına özgülenmiş olan ulusal kanunlarla düzenlenmektedir. Ulusal ve sınır-ötesi kanunlar henüz yeknesak bir şekilde uyumlaştırılamamıştır. Bununla birlikte, bu kanunlar, Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu tarafından benimsenen Elektronik Ticarette Model Kanun gibi geniş ve uluslararası bir çerçeve içinde varolmaktadırlar. Bu Model Kanun, temel e-ticaret konularını, e-işlemlerdeki sorumluluk ve yasallık durumlarını ele alarak düzenlemektedir. Bu Model Kanun, Hong Kong, Singapur, Kore, Hindistan gibi yönetimlerde benimsenmiştir.

Vivien Chan, online sözleşmelerin şekli, güvenliği, cybersquatting, data koruması ve gizlilik konuları, yeni çalışma yöntemleri, copyright ve e-ticaret konularında, Model Kanun’nun getirdiği düzenlemeler ve Hong Kong, Çin Halk Cumhuriyeti ve Singapur’da son yıllarda bu doğrultuda yapılan düzenlemeler, kurulan kuruluşlar ve uygulamada karşılaşılan sorunlarla ilgili ayrı ayrı açıklamalar yaptı.

Daha sonra söz alan Avukat Alessandra Perrazzelli, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki internete giriş ve bu ortamda ihlallerin önlenmesi hakkında getirilen düzenlemeleri kısaca anlattı ve e-ticaretin kurulmasına yönelik anahtar niteliğindeki telekomünikasyon konularından bahsetti. Telekom ağı ve hizmetleri üzerindeki yasal tekel haklarının elimine edilmesi, elektronik ticaret hizmetlerine doğru yönelmeyi teşvik edici düzenlemelerin getirilmesi için çalışmalar yapıldığını, ancak halen yerel ağ pazarı girişinin rekabete kapalı olduğunu belirterek yerel ağ girişi için teknik seçenekleri (örneğin; kablosuz bağlantı, uydu…) sıraladı. Gerek Avrupa Birliği’nde, gerekse Amerika Birleşik Devletleri’nde tüketicilerin ağır işleyen ve pahalı olan sistemlerle karşı karşıya olduğunu, bağlantı seçeneklerinin artırılmasının ve bu bağlantıların hızlandırılması gerekliliğine işaret etti. Internete giriş için toptan fiyat ve perakende fiyat oranları tarifeleri ile ilgili uygulamalarının yanı sıra kalitesini geliştirmekte ve genişlemekte olan internet üzerinden telefon etme alanının kamu telefon sistemi hakkında düzenleme ihtiyaçlarına sunulma imkanlarını değerlendirdi.

Kabloyla gizlice dinleme suçuna değinen konuşmacı, siber suçlara ilişkin bir AB Konvansiyonun hazırlanma aşamasında olduğunu açıkladı.

Avustralya’dan Avukat Rebecca Anne Davies, ülkesinde internetin kullanım oranının hızla artmasına rağmen, özel kullanım için yapılan alım-satımın oranında artış olmadığını açıkladı ve bunu güvenlik kaygısına bağladı. Bununla birlikte, internet üzerinden yapılan satışlara oranla bu alan dışında yapılan satış sözleşmelerinde güvenlikten kaynaklanan daha yüksek oranda kayıplar olduğunu belirtti. İnternet üzerinde tüketiciye ait özel bilgilerinin farkında olmadan toplanması kaygısının da sözkonusu olduğunu, ayrıca tüketicinin korunmasına ilişkin kanunların Avustralya’da internet üzerinden yapılan sözleşmelerde de aynen uygulandığını iki dava ile örnekleyerek açıkladı. Sansür konusunda; yetişkinlerin diledikleri her şeyi görüp okuyabilme imkanı olduğunu ve fakat küçüklerin kendilerine zararlı olacak şeylerden korunmaları gerektiğini, herkesin istemediği şeylerin teşhirinden korunmaları gerektiğini belirtti. Bunlarla ilgili ülkesindeki dava örneklerini ve yasal düzenlemeleri anlattı.

Belçika’dan Avukat Anette Shild, AB Düzenlemelerini kısaca anlattı. Direktifler ve düzenlemeleri;
– E-ticarette iç pazardaki uzak mesafeli sözleşmelerde tüketicinin korunması
– Şartlı giriş hizmetleri
– Telif hakları (copyrights)
– Elektronik olarak sağlanan hizmetlerde KDV (henüz benimsenmedi)
başlıklarıyla sıraladı ve bunlara ilişkin açıklamalar getirdi.

Konferansın ikinci kısmında küresel yargılama konusuna odaklanıldı. Elektronik ticaretin uluslararası yargılamaya ve uygulanacak hukuka etkileri ele alındı. Oturumda e-ticaretle ilgili tek yanlı düzenlemelerin hangilerinin hukuk meselelerinde karışıklığa yol açtığına ve yasal düzenlemelerin diğer yargılama alanlarındaki potansiyel etkilerine ve neden özel ve kamu uyum yasalarının yetersiz olabileceğine işaret edildi.

Özellikle iki can alıcı soruya cevap arandı:

– Uyuşmazlık halinde hangi mahkeme yargılamaya yetkilidir?
– Bu uyuşmazlığa uygulanacak kuralları belirlemek için mahkeme hangi yer hukukunu uygulayacaktır?

Farklı ülkelerden katılan konuşmacılar kanun koyucuların ve ülkelerindeki mahkemelerin, yargılama yetkisi ve uygulanacak hukuk konularıyla karşılaşıldığında ne şekilde uygulamalara gittiklerini açıkladılar.

Oturum başkanı, İngiltere’den katılan Avukat Marina Palomba, e-ticaretin en önemli avantajlarından birinin küresel boyutu olduğunu ve aslında sınırları kaldıranın da en zor hukuk sorunlarını yaratanın da bu “küreselleşme” olduğunu söyleyerek başladığı konuşmasında kısaca yürürlükteki yasal düzenlemeleri, son zamanlarda bu konudaki gelişmeleri ve görülen davaları ülkesi açısından ele aldı. Buna göre; konuyla ilgili yasal düzenlemeler:

– Brüksel ve Lugano Konvansiyonları: Bu düzenlemeler, Avrupa ve EFTA ülkelerindeki uluslararası uyuşmazlıkları 20 yıla yakın zamandır idare etmiştir. Bu konvansiyonlar, sınır ötesi işlemlerden doğan uyuşmazlıklarda hangi ülkenin yargılama yetkisi olacağını düzenleyen kurallar içermektedir. Tabii bu düzenlemeler uluslararası e-ticareti ve getirebileceği etkilerin görülemeyeceği bir zamanda getirilmişti. Bunlara göre, bir ticari iş yabancı gümrük alanındaki bir tüketiciyi dorudan ilgilendiriyorsa, tüketicinin ikametgahı mahkemesi sözleşmeden doğan bir uyuşmazlık halinde yargılama yetkisini haiz olacaktır.

– Sözleşme Sorumluluklarında Uygulanacak Hukukla İlgili AB Konvansiyonu 1980 (Roma Konvansiyonu): Bu konvansiyon Birleşik Krallık tarafından 1990’da kabul edilmiştir. Buna göre, genel kural şudur; “Bir sözleşmeye uygulanacak hukuk, taraflarca kararlaştırılan yer hukukudur.” Kararlaştırılan hukuk olmaması halinde, “en sıkı bağlantısı olduğu ülke hukuku” uygulanacaktır.

– Amerika Birleşik Devleti’nde uygulanan “Uzun Kol” yargılama kuralı: Brüksel, Lugano ve Roma Konvansiyonları, bir sözleşmenin taraflarından biri AB üyesi ülkelerden değilse uygulanamayacaktır. ABD’de, e-ticaretle ilgili açılan dava sayısının çokluğu nedeniyle yargılama yetkisi konusunda son yıllarda önemli gelişmeler kaydedilmiştir. ABD Mahkemeleri, site veya kişi veya ardındaki iş ABD’de veya başka bir yerde yerleşik olup olmadığına bakmaksızın web-siteleri hakkında yargılama yetkisini kullanmaktadırlar. ABD’de hukuk, genel ve spesifik yargılama olmak üzere iki tip yargıya başvuru imkanı tanımaktadır: Genel yargılama yetkisi, mahkemenin web-sitesi sahibini ilgilendiren konulardaki fiilleri ile ilgili her tür davayı, fiilin o eyaletteki faaliyetlerinden kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakmaksızın görme yetkisini ifade eder. Bunun için web-sitesi sahibinin “o eyaletle devam eden ve sistematik bir bağlantısının olması” gerekir. Spesifik yargılama yetkisi ise; daha dar bir uygulama alanı olan, web-sitesi sahibinin ABD içinde ticari iş yapma amacıyla icra etmekte olduğu eylemleri olmasını gerektirmektedir.

Bilgi vermekten başka bir içeriği olmayan pasif bir web-sitesi kişisel ve genel yargılama konusu olmamaktadır. Ne var ki, bir web-sitesi sahibi interaktif bir web-sitesi işletmekte ise, interaktivitenin düzeyine ve bilgi alışverişinin ticari doğasına bağlı olarak ilgili yerle yeterli asgari bağlantı kurmak için elverişli olup olmadığı takdir edilecektir.

Birleşik Krallık hükümeti, 1999 Temmuz ayı başlarında son zamanlarda bu konuda gelişmeler içeren Değişik Brüksel Konvansiyonu, Roma II Tasarı Konvansiyonu ve Amsterdam Anlaşması m.65’i izleyen AB Düzenlemelerini destekleme ve uyarlama kararı almıştır. Brüksel ve Lugano Konvansiyonları, doğrudan yabancı tüketiciye yönelen işler için kurallar getiren düzenlemeler içermektedir. Bu kurallara göre, sözleşmesel uyuşmazlıklarda tüketicinin ikametgahı mahkemesi davayı görmeye yetkili olacaktır. Aslında “doğrudan yabancı tüketiciye yönelme” kavramının ne demek olduğu tam anlamıyla bilinmemektedir, ancak yabancı tüketicinin web-sitesine girişinin olduğu yerleri içerdiği addedilmektedir. Bu durum daha sonra, faaliyetin “bir veya daha fazla üye ülkelere yöneldiği” durumları kapsayacağı şeklinde genişletildi. Şayet bir tüketici elektronik ticaret yoluyla web-sitesine girebiliyorsa, o web-sitesi sahibinin kastının ne olduğuna bakılmaksızın, faaliyetlerini o tüketicinin ülkesine yöneltmiş olduğu farz edilmektedir.

Bu düzenlemelerin sonucu şudur ki; internet şirketleri sadece kendi ikametgahının bulunduğu ülkelerindeki kanunlara değil ve fakat aynı zamanda AB üyesi ülkelerin düzenlemelerine de tabi olacaklardır. Bu da, muhtemelen, standart iş maddelerinin hükümsüz veya yok hükmünde olduğunun beyan edileceği anlamına gelecektir. İşte bunu önlemek için, web-sitesi sahipleri web-sitesinin yöneleceği ülkeleri sınırlamak veya her bir üye ülke için standart şartlar hazırlamak üzere zorlanacaktır.

İngiltere ve Galler Barolar Birliği Brüksel ve Roma Konvansiyonlarına uyum için 12 aylık bir moratoryum önermiştir. Bu süre içinde de, üye ülkelerdeki endüstri ve tüketici gruplarıyla yakın çalışmalarda bulunarak, önerilen düzenlemelerde karşılaştıkları zorlukları belirlemek ve bunların üstesinden nasıl gelinebileceğini bulabilmek için Avrupa Komisyonu ile bağlantıya geçmişlerdir.

17 Haziran 2000’de yürürlüğe giren E-ticaret Direktifi (2000/31/EC), üye ülkelere 1,5 yıllık bir uyumlaştırma süresi getirmiştir. Bu direktifin amacı, iç pazarda elektrik hizmetinin serbest dolaşımını temin ederken aynı zamanda yüksek düzeyde tüketici korunmasını sağlamaktır. Direktifin e-ticaretin AB içinde rekabetinin artmasında önemli bir adım olacağı umuluyor.

Bu konudaki başka bir gelişme de Chicago/Kent Amerikan Barolar Birliği (ABA)’nın Ağustos 2000’de tamamladığı Internet Yargılama Projesidir.

Tasarı halindeki Uluslararası Özel Hukuk hakkındaki Hauge Konvansiyonu, yargılama ve yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi konusunda düzenlemeler getirmektedir.

Brüksel Düzenlemesi ve Roma Konvansiyonu birarada değerlendirildiğinde; tüketicilere internet vasıtasıyla mal ve hizmet satan bir şirket AB içindeki herhangi bir ülkede, o ülkede web-sitesine girilebildiği için, kolaylıkla dava edilebilecektir.

Maria Palomba, konuşmasını bu konuda dava örneklerini vererek sona erdirdi.

Londra’daki Sahtekarlık Suçları Bürosu yöneticisi Rosalind Wright, internet üzerindeki ticaretin gelişiminin tarihçesini anlatarak başladığı konuşmasında internet üzerindeki belli başlı tehditleri belirledi. Sahtekarlık, kredi kartı bilgilerinin kötüye kullanılması, hacking (site kırıcılığı), virüs üretmek, pornografi, fahişelik hizmetleri, para aklamak, suç işlemek için yol göstermek, ırkçı, terörist içerikli bilgi ve sadece reçete ile satılan ilaçların alışverişi bunların sadece birkaçıdır.

Wright’a göre; 1980’li yıllarda banka soyguncuları uyuşturucu ticaretine yöneldiler, sebebi daha düşük risk içermesiydi. Şimdi de uyuşturucu ticareti yapanlar aynı sebeple internet vasıtasıyla sahtekarlığa yöneliyorlar.

Birleşik Krallıktaki cezai yargılama, hala kanunların mülkiliği prensibine dayanmaktadır. Ne var ki bazı istisnalar getirilmiştir. Örneğin; dünya çapında seks turizminin suç teşkil eden uygulaması Birleşik Krallık hukukunun değiştirilmesini gerektirdi; böylelikle çocuklarla seks yapmak üzere yurtdışına giden Britanya vatandaşı hakkında Birleşik Krallıkta cezai takibat yapılabilecektir.

İngiliz mahkemeleri, web-sitesi işletenler ve internet hizmeti verenler üzerinde, sorumlu oldukları internet ürünü İngiltere’nin tamamında veya bir kısmında suç teşkil ediyorsa, yargılama yetkisine sahip olacaktır.

Şu anda “Sibersuçlar Konvansiyonu” adıyla Avrupa Konseyi’ne önerilen ve Japonya, ABD; Güney Afrika ve Kanada’nın da katılacağı, taraf ülkelerin veri müdahalesi, bilgisayarla ilgili sahtekarlık ve hile, çocuk pornografisi, veri ve diğer sistemlere arama ve el koyma ve ilgili tüm konularda yasalar çıkartmalarını gerektirecek düzenlemenin bu yılın sonunda onaylanması hedefleniyor.

İnternet üzerinde yatırım hilesi gerçekleştirilebilmektedir. Bu suçu işlemenin bir çok yolu vardır fakat hepsi bir yatırımın satılmasıyla ilgilidir. Bu, yatırımın bütünüyle hile yapanın tanıttığı gibi olmaması veya muhtemelen hile yapanın ileri sürdüğü şekilde sonuç doğurmayacağı şeklinde olabilir. Internet ticaretinin getirdiği yeni sorunlar, yatırım ticaretinin nereden yapıldığının saptanması ve hileli olarak yatırım ticareti yapanlar hakkında nerede cezai takibat yapacağı konularındadır. Wright, Sahtekarlık Suçları Bürosu olarak yabancı borsa tacirliği yapan bir grup hakkında takibat yapıldığını ve bu soruşturmalar sonucunda hapis cezaları verildiğini, ne var ki mağdurların paralarını ve uğradıkları zararı alamadıklarını belirtti.

Web üzerinde “Long firm fraud” olarak adlandırılan zekice ya da komik olmadığı kadar zor da olmayan bu geleneksel hile yöntemi; çabucak yapılan bir araştırma ile iş bağlantısı yaparak krediyle mal temin etme, bunlar için bir ödeme yapmama ve işler kızışmadan ortadan yok olma şeklinde gerçekleştirilmektedir. Günümüzde, geçerli kredi kartı numaralarını, bu kredi kartı numarasıyla bunu yazan kişinin bağlantısı olup olmadığını tespit eden programlar bulunmaktadır.

Gelenekselleşenlerden başka, her an yeni sahtekarlık ve hile çeşitleri ortaya çıkmaktadır. Bunların çözümü geleneksel yollarla değil, yeni yöntemlerle bulunmalıdır.

“Trojan horse” adıyla bilinen bilgisayardaki kişisel bilgilerin hırsızlığı suçu; kurbanın kişisel bilgisayarına bir programın tanıtılmasıyla gerçekleştiriliyor. “Trojan horse” adlı bu program, içeriğini bilmeyen kurban tarafından kendi rızasıyla indirildiğinde, kendi kendine açılıyor ve elektronik olarak kurbanın bilgisayarında dolaşıyor ve kurbanın bir web sitesine girdiğini keşfedildiği andan itibaren kurban tarafından yazılan her şeyi kaydediyor. Bu durumda, internette şifrenizi yazarken asterikslerin görülmesi gizlilik olduğunu ifade etmiyor, çünkü klavyeniz üzerinde tuşladığınız her bilgi kaydedilmeye başlanıyor. Dolayısıyla internet üzerinden alışveriş ederken kullandığınız şifreniz, kredi kartı bilgileriniz, isim ve adresiniz kolaylıkla temin edilebilmektedir. Bunun için etkili korunma yöntemi, iyi ve güncelleşen virüs kontrol programı yüklemektir, böylelikle bu programlar bu tip durumları yakalayabilmekte veya en azından bu tip programların indirilmesini geri çevirmektedir.

Rosalind Wright, bu ve bunun gibi oldukça ilginç olan yeni tip suç örnekleri vererek devam ettiği konuşmasını, siber-dünyanın ayrı bir yargılama alanı olup olmadığı sorusunu sorarak internetin insanlar için yapıldığı düşünülünce bunun bizleri çaresiz bırakacak kadar güçlü olmasına ve bunu kötüye kullanan suçlulara avantaj sağlamasına izin vermememiz gerektiği düşüncesini belirterek sona erdirdi.

Daha sonra söz alan ABD, Teksas’tan Avukat Ann Ryan Robertson, ABD perspektifinden internet üzerinde yargılama yetkisini tartıştı. Daha önce değinilen genel ve spesifik yargılama yetkisini ve uzun kol kuralını anlattı. Genel ve spesifik yargılama yetkisinden ayrı olarak, acentelik ilişkisi bazındaki fiillerde yargılama yetkisinin öne sürülmesinde, uzun-kol kuralının kollarını uzatmak için sorumluluk kavramının kullanılmaya başlanıldığını söyledi. Bu örneklerde yargılama yetkisi, o yerde ikametgahı olmayan davalının o eyaletteki bağlantılarına dayanmamaktadır. Bunun yerine, o yerde ikametgahı olmayan davalının o eyaletteki bir acentesinin, şubesinin (bağlantı bürosunun) fiilleri ile eşleşen davalının eyalet dışındaki fiillerine dayanılmaktadır.
İnternetle ilgili davalarda ABD Mahkemeleri, davalının fiillerinin uzun-kol kuralının uygulanması için yeterli koşulları karşılayıp karşılamadığını, eğer karşılıyorsa yargılamanın ABD Anayasası ile uyum içinde olup olmadığını belirlemektedir. Belirlemede uygulanacak olan kurallar her zaman aynı olsa da, mahkemeler tarafından sonuçta verilen kararlar her zaman aynı olmamaktadır. Robertson’a göre, doğruyu bulanın doğruları tartmasının sonuçlarındaki ve eyaletlerin uzun-kol yasalarındaki bu farklılık ABD’nin hukuk sisteminin can damarıdır. Ne var ki, diğer ülkeler tarafından ABD Mahkemeleri aleyhine getirilen hiç de şaşırtıcı olmayan eleştirilerden biri de kesin bir tahmin edilebilirlik olmamasıdır.

Pasif ve interaktif web-sitesi kavramına da değinen Robertson, diğer mahkeme kararlarına örnek teşkil eden “Zippo İmalat Co. X Zippo Dot Com” arasındaki davayı örnek verdi. Bu mahkeme kararı tüm web sitelerinin eşit derecede değerlendirilemeyeceği gerçeğini tanımaktadır.

Amerikan Barolar Birliği (ABA)’nın “Siber Alanda Yargılama” konulu projesi ve bu projeye ilişkin raporda getirilen bazı öneriler açıklandı.

Roberston, yargılama alanlarını daraltmak için göz önüne alınması gerektiğini düşündüğü önerilerini sıraladı. Buna göre;
– yalnızca belli ülkeleri veya eyaletleri hedeflemek ve bu ülkelerin kanunlarından haberdar olunması,
– web-sitesi ziyaretçisinin ikametgahını (yargılama alanını) beyan etmesinin gerektirilmesi,
– web-sitesinin interaktif doğasının sınırlanması,
– ayırım yapmaksızın tüm sorunların cevaplanması,
– tüm internet sözleşmelerinin uygulanacak hukukun seçimi şartını içermesi,
– alternatif olarak, tahkim şartı ve uygulanacak hukukun belirlenmesi şartını içermesi,
– web-sitesindeki bilgilerin ve/veya sözleşmelerin hedeflenen yargılama alanlarının hukuklarına göre düzenlenmesi.

ABD’de hukuk akıcıdır ve sürekli yeni fikirler ve çözümlerle açık olarak değişmektedir. Maalesef internet, gelişme hızında hukukun önüne geçmiştir. Siber alanda yargılama, bünyesinde kendine özgü sorunlar barındırmaktadır. Eski yargılama kuralları mülkilik ilkesine dayanmaktadır ve fazlasıyla sınırlayıcıdır. Küresel dünya, özel olarak ihtiyaçlarına göre tasarlanmış küresel hukuka gereksinim duymaktadır. Bu hedefe ulaşana kadar yargılama yetkisine ilişkin uyuşmazlıklara sıklıkla rastlanacak ve maliyeti oldukça yüksek olan bu durum, oldukça zaman kaybettirecek. Şu anki durumda web-sitesi sahipleri, Kalamazoo’da, Peru’da veya Timbuktu’da dava edilmek ihtimaline oldukça yakınlar…

İtalya’dan katılan konuşmacı Livia Oglio, ülkesinde hukukçuların internet konusuna yaklaşımını ele aldı. Pazarlama konusunda internetin reklam için mükemmel bir araç olduğunu, zira geleneksel medyadan daha ucuz olduğunu ve tüm dünyaya ulaştığını ancak şu an ülkelerde reklamlar için getirilen çeşitli yasal sınırlamalar olduğunu (örneğin, karşılaştırmalı reklamcılığın yasaklanması, tıbbi ve hukuki hizmetlerin veya tütünün reklamının yasaklanması…) ve bu durumlarda hangi hukukun uygulanacağı sorusunun akla geldiğini belirtti. İtalyan hukukçularının baskın görüşünün, reklam içeren mesajı içeren sunucunun bulunduğu ülke kanunlarının uygulanacağı yönündedir. Ne var ki, haksız fiillere uygulanacak hukuk, fiilin vuku bulduğu yer hukukudur genel kuralı bulunmaktadır.

İnternette telif haklarının ve veri tabanı haklarının ihlali çok kolaydır ve dünya çapında tüm hukuka aykırı fiilleri cezalandırmak neredeyse imkansızdır. İtalyan mahkemeleri davalı İtalya’da mukimse veya hukuka aykırı eylem İtalya’da gerçekleşmişse yargılama yetkisini kullanmaktadır.

Bir başka sorun da marka haklarıyla domain isimlerinin karışıklığa yol açmasıdır. Bu yalnızca domain isminin bir markayı ihlal etmesi şeklinde değil, farklı biçimlerde de ortaya çıkmaktadır. Örneğin; domain isimleri aynı ana domain altında (.com, .co.uk., tr. gibi) tektir. Ancak markanın olağan korunması yalnızca belli mal ve hizmet kategorilerine, markanın tescil edildiği ve/veya kullanıldığı yerlere ve sadece rakiplerin karışıklığa yol açan davranışlarına ilişkin koruma içermektedir.

Oglio, İtalya’daki hukuk usulüne dair kanunlarla getirilen düzenlemeleri kısaca açıkladıktan sonra internette yapılan satım sözleşmelerinde uygulanacak hukuki düzenlemeleri sıraladı: Viyana Konvansiyonu, Tüketici Kanunu, Hauge Konvansiyonu, Roma Konvansiyonu. İnternet üzerinden yapılan sözleşmelerin çoğunlukla işletmeler ve tüketiciler arasında yapıldığı düşünülürse, Avrupa ülkelerinde uygulanan tüketicinin korunmasına ilişkin kurallar (AB Direktifleri) da dikkate alınmalıdır. İtalya’nın bu konuda kanunlarına en son uyarladığı direktif 97/7/CE, uzak mesafeli satım sözleşmelerinde tüketicilerin korunmasına ilişkin düzenlemeler getirilmesini içermektedir. Direktifin içerdiği iletişim araçları arasında e-ticaret de yer almaktadır.

Tüketicilerin kendi bulunduğu yer mahkemelerinde, o yeri pazar olarak hedeflemiş olan ve kendisine internet üzerinden satış yapan bir yabancı firmayı dava etme seçeneği bulunmaktadır.

Dijital imza, bir belgenin verildiği kişi veya kuruluşa ait olduğunun belirlenmesini sağlayan bir araçtır. İtalya, bu tip elektronik belgelere uygulanabilecek kurallar getiren düzenlemeler getirmiştir: eğer bir belge, Bilgi Teknolojileri ve Kamu İdaresi Kurumu (AIPA) tarafından aranan nitelikleri haiz ise ve bir dijital imza içeriyorsa, ispat amacı için dahi olmak üzere, imzalanmış bir kağıt belge ile aynı hukuki etkiye sahip olacaktır.

2. GÜN
2 MART 2001, Cuma

İkinci gün öğleden önce tüm katılımcılara yönelen “Kadın, İslam ve Hukuk” konulu sunuş yoğun ilgi çekti ve farklı ülkelerden büyük oranda katılımcı meslektaşlarımız tarafından izlendi. Oldukça etkileyici olan, nitelikli konuşmacıların bulunduğu bu oturumun faydalı olduğunu düşünüyoruz.

Bu oturumda, kadının güçlendirilmesi yolundaki engellerle birlikte, cinsler arasında eşitsizliği kabul etmek istemeyen ve bir değişiklik yaratmak isteyenlerin bu mücadelelerinde ulaştıkları önemli başarılar ele alındı. Kimlik, uyrukluk, kadının ekonomik ve politik konumu, hukukların farklılığı, ailenin rolü, gelenek ve görenekler ve İslam ana başlıklarından başka kadına karşı şiddet, hukuk sistemleri, insan hakların koruyan avukatlara yönelik tehditler, ulusal ve uluslararası ihtilafların kadın üzerindeki etkileri, Afganistan, Keşmir, Somali ve Kosova’dan gelen mülteci kadınların durumları tartışıldı.

CNN Muhabiri Christiane Amanpour, İslam dünyasını büyüteç altına alarak kadının güçlendirilmesi için çözümler üretme amacı içeren bu oturumun başkanlığını yaptı.

İngiltere’den katılan Pakistan uyruklu Avukat Shazadi Beg, konuşmasında Müslüman toplumlarda kadının yerini ele aldı. Müslüman toplumlarda yaygın olan namus uğruna öldürmelerin de cinayet olduğunu, yüzyıllardır namus uğruna işlenen cinayetlerin Müslüman toplumlarda suç olarak değerlendirilmediğini ve buna artık bir dur demek gerektiğini söyledi. Köylerde hukukun ne olduğunu dahi bilmeyen insanların olduğu bir toplulukta hukukun uygulanmasını sağlamanın güçlüklerine değinen Beg, kadınlara ekonomik haklar kazanma fırsatı tanınmadığını, bankalardan kredi alamadıklarını, bunun önüne geçmek için Pakistan’da iki kadın bankası kurulduğunu belirtti.

Beg’e göre; Müslüman topluluklarda, “eşitlik” telaffuz etmek için iyi bir kelime değildir ve bu yüzden, bu kelime yerine anlamının ne olduğu belli olmayan “hakların tamamlanması” tabiri kullanılmaktadır. Fırsat eşitliğine geçiş için bunun sadece anayasalarda veya kanunlarda düzenlenmiş olması yeterli değildir. Örneğin; anayasada kadınların da eğitim hakkı olduğu düzenlenmiş olsa da, köylerde kız çocukların gidebileceği bir okul olmadığı zaman bu hukukun uygulanabilirliği söz konusu olmadığından bir anlam ifade etmemektedir.

Beg, Tanrı huzurunda omuz omuza duran her ırktan Müslüman eşit olduğunu belirterek, Hz. Muhammed’in insanların ırk ve cinsiyet ayrımı yapmamalarını istediğinin altını çizdi. Kur’an-ı Kerim kadınlara aile hukuku hakları ve mülkiyet hakları tanımaktadır. İslam dini kadınlara birçok hak tanımış olmasına rağmen, büyük dinler arasında en yanlış anlaşılan din olmuştur. İslam ideolojisi adeta modern hayatın anti-tezi durumuna gelmiştir. Köktendinciler tarafından kadının durumu siyasi amaçlarla kullanılmaktadır ve bu, tehlikeli sonuçlar doğurmaktadır. Siyasal kurallar kadınları kurban durumuna getirmiştir. Cihad kültürü bu tartışmaların silahlarla yapılmasına yol açmıştır.
Amnesty International 1992-1993 Raporunda, kadın aleyhine cinsel saldırının, bir çeşit silah olarak görüldüğünü tespit edilmiştir. İslam dini, insan hayatına yönelik tüm saldırılara karşıdır. Kur’an şöyle der: “Allah size adaletli olmanızı emreder”.

Daha sonra söz alan Pakistan’dan katılan siyasetçi Shaheen Sardar,
ülkesinde kadın hakları konusunda yaptıkları mücadeleyi ve sonunda ulaştıkları noktayı anlattı. Kendisinin ilk kadın siyasetçi olduğunu ve şu anda Pakistan’da kadının bulunduğu konuma gelmesinin çok zor olduğunu ancak kadınların gelecek hakkında iyimser olduklarını söyledi.

“Etkin İslam Hukuku” adı altında değerlendirdiği ve yalnızca Kur’an ve hadislerde yer alan kurallardan değil ve fakat İslam dünyasında kadının sosyo-ekonomik koşullarını, kültürel gelenekler ve hükümetin siyasi deneyimlerini de kapsayan kavram altında İslam dininin siyasi amaçlar için kullanılmakta olduğunu belirtti.

Pakistan’da bir devlet kuruluşu olan, kendi başkanlığında “Ulusal Kadın Komisyonu” kurulduğunu ve bu komisyon faaliyetleri aracılığıyla “Etkin İslam Hukuku”nu olumlu yönde formüle edebileceklerini açıklayarak,”Etkin İslam Hukuku”nun bir çoğul hukuk sistemi olduğunu ve İslam, gelenek/görenekler ve laik kanunlar faktörünün bir kombinasyonu olduğunu söyledi. Ulusal Kadın Komisyonu, sürekli faaliyette bulunmak üzere kurulmuş, kadınları etkileyen konularda hükümet için politika üreten, tavsiye veren ve alternatif kanunlar için öneri sunan bir kuruluştur.

Pakistan’da son seçimlerde kadın siyasetçilere verilen oy oranında %84.9 artış olmuştur. Kadın Sivil Toplum Örgütleri ve kadın hukukçular bu oranın artmasında ve kadın hakları konusunun gündeme gelmesinde büyük destek vermişlerdir. Sardar, Pakistan’da 23 yıl boyunca ayrımcılık olduğunu, hükümetin demokratik seçimle gelmediğini, insanların “İslam” denildiğinde sustuklarını, konuşamadıklarını söyledi.

Şu anda Pakistan’da cinsiyet ayrımını öngören kanunlarda reformlarla değişikliğe gidilmekte olduğunun altını çizen Sardar, İslam dünyasında gelenek/görenekler ve dinin kadın aleyhine kullanılmasına izin verilmeyeceğini ifade ederek konuşmasını sona erdirdi.

Oturumun ikinci kısmında CNN Muhabiri Christiane Amanpour tarafından hazırlanan İran’da kadın hakları ile ilgili bir video bandı gösterildi.

Bantta, velayet konusundaki bir uyuşmazlığın kurbanı olan, velayeti mahkeme tarafından babasına verilen ve babasının velayeti altında 8 yaşında iken ölen küçük bir kızın öyküsünü anlatmaktaydı. Oldukça etkileyici görüntülerin gösterildiği bu bantta İran’daki sistemin mağduru olan küçük kızın annesinin dramı ve çaresizliği gözler önüne serildi. İran’da velayetin otomatik olarak babaya verilmesi uygulamasının eleştiren bantta, İran’daki duruşma görüntülerine de yer verilmişti. Bantta tüm duruşmaların dua ederek başlatıldığını gördük. Duruşmada velayet hukukunu protesto eden kadınlar olduğunu ve intikam istediklerini izledik. Olayda, küçük kızının ölümüne sebep olmakla suçlanan babasının sabıkalı olduğunun, sağlıklı bir şekilde çocuğu yetiştiremeyeceğinin anne tarafından belirtilmesi mahkemece göz önünde bulundurulmamıştır. Sonuçta babası ve ağabeyi tarafından dövülerek öldürülen küçük kızın ölümünün sorumlusunun aslında aynı zamanda sistem olduğu belirtildi. Nitekim, yine sisteme göre bir baba çocuğunu öldürmek suçuyla hüküm giyemeyeceğinden, 8 yaşındaki çocuğunu döverek öldürülen babanın cezalandırılmadığı ifade edildi. Çocuğun ağabeyi ise, kardeşini yaralamaktan dolayı cezalandırıldı.

Bu kuralların Kur’an’da öngörüldüğünü ve Tanrı’nın bilgisini sorgulayamayacaklarını gerekçe olarak gösteren mahkemenin bile bile küçük çocuğu ölüme gönderdiği yorumu yapıldı.

Bu olaydan sonra İran’da velayet hukukunda yapılan değişiklik uyarınca, elverişli olmayan bir babaya çocuğun velayeti verilmeyecektir.

Bantta, bir röportajına yer verilen İran Parlamentosunun muhafazakar kanadından bir kadın milletvekili, bu değişikliği desteklemekle birlikte İranlı kadınların Ortadoğu’daki kadınlardan daha çok hakları olduğunu, örneğin; İran’da evlenmeden önce kadınların evlilik hakkında eğitim aldıklarını, evlendikten sonra da kadınlara ücretsiz doğum kontrolü yapıldığını belirtmektedir.

Bantta ayrıca kadın haklarını savunan ve bu fikirleri sebebiyle İran’daki Tiran üniversitesinden atılan bir profesöre yer verildi. Öğretim üyeliği boyunca üniversiteye gelen, kendisini tehdit eden gruplarla yıllarca mücadele veren ve her ders çıkışında ölüm tehlikesini göze alan profesör İran’daki sistem hakkındaki görüşlerini açıkladı.

Amanpour, İran’da Hatemi döneminde yapılan İslam devrimi ile kadınların yasal haklarının kuvvetlendirildiğini, Hatemi’nin 3 yıl boyunca yaptığı reformları izleyen muhafazakarların artık savaşmaya karar verdiklerini ve Haziran 2001’de yapılacak başkanlık seçimleri sonucunda bu savaşın galibinin belirleneceğini ifade etti.

Oturuma Mısır’dan katılan yazar, siyasetçi Suif, Mısır’da kadının durumunun önceki konuşmacıların anlattıklarından çok daha iyi olduğundan bahisle bu konuda konuşmaktan vazgeçtiğini ve Mısır-İsrail arasındaki uyuşmazlıktan bahsetmeyi yeğlediğini söyleyerek oldukça tepki çeken ve bir o kadar da destekçi bulduğu konuşmasına başladı.

Aslında konunun Arapların İsrailliler ile olan çatışması değil, hukuk ile hukuksuzluk arasındaki çatışma olduğunu söyleyerek devam eden Suif, hayatı oluşturan faktörlerin toprak,ev ve yaşanılan yer olduğunu; İsrail tarafından Filistinlilerin mülk edinmelerine, toprakları üzerine bina inşa etmelerine engel olunduğunu, bina yapma ruhsatı verilmediğini söyledi. Ayrıca Filistin ekonomisinin zeytin ağaçlarına dayandığını ve sırf bu sebeple İsrail ordusunun zeytin ağaçlarını bulundukları yerden sökme yoluna gittiklerini ve bu durumu ispatlar fotoğraflar bulunduğunu açıkladı.

Filistinlilerin çok az miktarda su almalarına imkan tanındığını ve böylelikle İsrail tarafından bu halkın hayatlarıyla oynandığını söyledi.

Bu konuşması boyunca yirmi kişilik bir İsrailli avukat grubu tarafından konuşması defalarca bölündü ve protesto edildi. Bu arada salonda sürekli alkışlayan ayrı bir kesim de bulunmaktaydı. IBA başkanı Dianna Kemp ile oturum sırasında bizzat görüşerek söz hakkı isteyen ve kendilerine cevap hakkı verilmesi gerektiğini düşünen İsrailli meslektaşlarımızın bu talepleri reddedildi.

Konferans sona erdirildiğinde, konu dışına çıkarak oturuma politik görüşlerini yansıtan konuşmacı tarafından İsrailli meslektaşlarımıza yöneltilen bu saldırıyı Türkiye’den katılan bir grup avukat olarak kınayarak onların cevaplarını dinlemeyi tercih ettik. Bu konuda kendilerini desteklediğimizi ifade ettiğimizde Yahudi olup olmadığımızı sordular. Bu durum, aslında kendi mantıklarının Mısırlı konuşmacıdan pek de farklı olmadığını düşündürdü. Bir saatlik kısa bir süre içinde İsrailli avukatlar bir metin hazırlayarak Mısırlı konuşmacının bu tavrını protesto ettiklerini, kendilerine yöneltilen saldırı karşısında cevap haklarının tanınmasını ve IBA’nın yayınlarında yayınlanması talebini içeren katılımcılara dağıttılar.

Öğleden sonra iki ayrı konudaki oturuma katıldık.

Öncelikle kurum içi avukatlık ile ilgili, Amerikan Express, İspanyol Terra Lycos gibi belli başlı kurumlarda avukatlık yapan konuşmacıların kurumlardaki pozisyonlarını açıkladığı oturumu izledik. Avukatlıktan çok, çalışılan kurumların anlatıldığı oturumdan umduğumuz verimi alamayınca, Genç Avukatlar için müvekkille görüşme sanatı hakkındaki oturuma katılmayı tercih ettik. İngiltere’den Claire Miskin tarafından sunumu yapılan bu oturumda müvekkil ve avukat rolleri paylaşılarak katılımcılara bir görüşme izlettirildi. Bu görüşmenin sonunda, yapılan hatalar, dikkat edilmesi gereken noktalar uygulamalı olarak gösterildi. Kurgulanmış bir hayali olaydan yola çıkarak müvekkilin konuyu aktarma tarzı ve avukatın, müvekkilinden öğrenmek istediği hususları vakti en verimli şekilde kullanarak nasıl ortaya çıkarabileceği anlatıldı. Müvekkili acele ettirmemek ama bununla birlikte zamanı en verimli şekilde değerlendirmek gerektiği, konsantrasyonu sağlamak gerektiği, müvekkilin kontrolünün her zaman avukatta olması gerektiği, kısa ve net sorular sormak gerektiği ve soru cümlelerinin sonunun açık bırakılmaması gerektiği belirtildi. Geniş sorular sorulmaması, cevabın tam olarak dikkatle dinlenilmesi, cevap anlaşılmadığında tekrar sorulması gerektiği söylendi.

Daha sonra tanıkların çapraz sorgusu ve duruşma sırasında hakimle olan diyalog hakkında öneriler getirildi. Hukuk sistemimizde çapraz sorgu olmadığından bizlerin uygulamada rastlamadığı konular üzerinde duruldu. Oturumda ele alınan ve sistemimizden farklı olan başka bir durum da avukatların genellikle büyük firmalarda çalışmakta olduğu ve bu konumun müvekkille kurulan diyalogun ülkemizdekinden oldukça farklı olması sonucunu doğurduğu gerçeği idi.

SOSYAL İLİŞKİLER BAKIMINDAN:

Ankara Barosu’nu en iyi şekilde temsil etmeye çalıştığımız bu konferans süresince her fırsatta Baromuz ile yabancı ülke baroları arasında ilişkiler kurmak amacıyla girişimlerde bulunduk. Özellikle kütüphanemizde bulundurmak amacıyla, tanıştığımız meslektaşlarımızdan, kendi ülkelerindeki avukatlık meslek kurallarına ilişkin düzenlemeleri tarafımıza göndermelerini istedik. Aynı zamanda Mayıs ayı sonunda İstanbul’da gerçekleştirilecek olan IBA Konferansı hakkında kısa tanıtıcı bilgi verdik.

SONUÇ:

Dünya Kadın Avukatları Konferansı’nın oldukça verimli geçtiğini ve bu tecrübenin mesleki vizyonumuzu geliştirdiğini düşünüyoruz. Konferansta katılımcılara verilen konuşmacıların hazırladıkları metinlerin tümü Ankara Barosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından tercüme edilerek, Ankara Barosu Başkanlığı Kütüphanesi’nde değerlendirilmek üzere Yönetim Kurulu’na sunulacaktır. Ankara Barosu Başkanlığı’na bizlere, meslektaşlarımıza böyle bir rapor düzenleyerek faydalı olabilme imkanı tanındığı için tekrar teşekkür ederiz. Saygılarımızla.

Av. Samiye EYUBOĞLU Av. Emine ERGÜL

Av. Burçe DÜNDAR ARI

tr_TRTurkish